Pazar, Ekim 28, 2007

İyi, kötü, kuru ve sıkı


'Bayrama Özel Kampanya' başlığıyla posta kutusuna düştüğü vakit tarihler 28 Ekim'i gösterdiğine, kaldı ki algım bunu seçmeye son derece hazır bir ortamdan besilendiğine göre, aklıma gelen hangi bayramdı tahmin edebilirsiniz. O değilse de hangi bayram zaten... 'Bir ilk, silahta kampanya' diyorlar, uzi kuru sıkıların 250 YTL'den, 150 YTL'ye indiğini muştuluyorlar. 'Buraya bakmadan silah almayın'lar, mermisiyle birlikte kampanyalar falan... Neyin kampanyası bu? Bir insan neden kuru sıkı alır?
Sokaklarda simitçiden fazla bayrakçı var. Belli ki daha önce simit de satmış olan seyyar, benzer satıcı teamülleriyle göz göze gelince kakalamaya çalışıyor bir tane. Beş tane alan kadın gördüm. Yarın bayram.
Evimin kapısına bez afiş germişler, mahalleden oy almamış ama fırsatını bilmiş malum parti, hayatta kim ölür, kim ölmez, önermesini benim kapımın önüne asmış; sokağa çıktım mı onu görüyorum. Gazetelere bakamıyorum, televizyon izleyemiyorum, lafzından emin olmadığım üç beş kişi dışında muhabbeti derinleştirmiyorum, korkuyorum söz oralara geldiğinde duyacaklarımdan, kuru sıkı atmalardan.
Çürüğünün lekesini kabuğuna vuran domates gibi değil, önce çekirdeğinin etrafı kurtlanan şeftali gibi... Ne olmuşuz böyle, neymişiz? Ben nerelere gideyim.

Perşembe, Ekim 25, 2007

BİR


O günü hatırlıyorum, ne yapsam kendimi eğlemeyi, o bir yana, düz durmayı bile beceremediğim akşamını da. Çok da çekici bulmadığım bir blogu'u okurken, sol tepedeki 'yeni blog oluştur'a basmış, yeni bir pencere açmıştım. Baktım, bir yıl geçmiş. Geç yazınca evde ocağın altını açık, bahçe kapısını aralık bırakmışım gibi hissettiğim bir 'şey' oldu zaman içinde. Bir senede çok şey oldu; olur...

Pazar, Ekim 21, 2007

Özünü pis hiss etmeyesen

Spirtli içki, siqaret ... ve seher tezden gözlerin şişib. Onlara dünyaya geniş baxmağa imkan yarat, bu heç de çetin deyil. Göz qapaqlarının şişkinliyini azaltmaq üçün, üzerine soyuq suda isladılmış salfet ve ya soyuq qaşıq qoy. Eyni meqsedle kartofu götür, qabığını soymadan yu, iki hisseye böl ve göz qapaqlarının üzerine qoy. Gözlerini ovxalama! İmkan varsa, daha bir neçe saat yat.
Muhteviyat ne olursa olsun, Azerice'de garantili bir komiklik bulmak sinirimi bozsa da, deneysel teşebbüsler olarak Azeri kanalında Sean Penn'li falan birtakım filmlere bakmışlığım, maç izlemişliğim var. 'Dogville'in Azerice nasıl bir tecrübe olduğunu ben anlatmaya kalkışmayayım bile; başka bir şeydi. Tabii bundan üç dört sene önce, bir devlet kanalında dublajlı olarak 'Dogville'in gösterilmesi ayrıca takdirlik bir vaziyet. Türkiye'de özel ya da tüzel herhangi bir televizyon gösterdi mi emin değilim, ben rastlamadım.
Belki biraz Seda ya da Hülya dergisine benziyor, Aysel diye bir Azeri kadın dergisi var. İlk denk geldiğim sayısının cinsel bilgiler hanesinde spermaların uşaklığa giden sürecini öyle tatlı anlatmıştı ki, ara ara bakıyorum şimdi. Bir sabah belası olan göz kapağı/ altı şişkinliğine dair bir yazı vardı taze neşriyatında. Evrensel sağlık haberi jargonu neticede, ama mesela 'İmkan varsa, daha bir neçe saat yat' tavsiyesini ben hayatımda ilk kez ve mutlulukla okuyorum. O yüzden sitedeki 'Yetkin qadının 25 bacarığı' yazısına falan da ayrı bir ihtimamla baktım. Mesela: 'Bir defeye ne qeder alkoqollu içki içe bileceyini müeyyenleşdir. Öz normandan artıq içmemeyi öyren. Alkoqollu şenlikden sonra 3 stekan su iç ki, sabah özünü pis hiss etmeyesen.' Ya da :'Savadlı insanları qıcıqlandıran bu tipli suallar verme: 'Metni nece yadda saxlayım?' ve ya 'Rambler nedir?'. İki axşamını sene hesr edecek kompüter bilicisi dostun ne lazımdırsa sene öyrede biler.'
Elman diye bir de erkek dergileri varmış nette, bugün keşfettim. 'Yene aldanmış qızların dadına ELMAN çatdı' başlığı başka limitler düşündürse de, dört genç kıza 'İlk öpüşün yadına gelirmi?', 'Öpüş zamanı insanın dadını hiss etmek olarmı?' gibi soruların sorulduğu, tamamen ilk öpüşme üzerine gayet naif bir söyleşi de mevcut. Bu arada ögreniyoruz ki French kiss'in Azericesi 'Fransızsayağı'...
En alt katta oturmanın şöyle 'efektif' bir yanı var, yağmur yağarken bütün çatının biriken suyu 15 cm yarıçapındaki bir borudan, dibinize iniyor. Bu hipnotik bir yağmur efekti demek. İnsan özü ne kadar pis uyansa da, isabetli bir soundtrackle devamlılık sorununu aşıyor, Aysel'e, Veysel'e zaman kalıyor. İmkan varsa, daha bir neçe saat yatabiliyorsa, kaymaklısından...

Cuma, Ekim 12, 2007

Çinsel durumlar

Altı günlük Şanghay seferinden elimde 'naber' manasına gelen 'ni hav' ve 'teşekkür' karşılıklı 'şi şi' ve bir sürü çer çöple döndüm. Daha önce Hong Kong'u görmüşlüğüm vardı; Discovery Channel izler gibi dolaşmıştım, lakin yine de Şanghay kadar acayip gelmemişti. Bir tutarlılıktı belki de beni sakinleştiren. Sokaklarda gerçekten o bilmemkaç bin gökdelende çalışan yuppieleri, 0.5 kalem uçlu topuklarıyla yaylanan estetikli profesyonel iş kadınlarını çok daha fazla görüyordunuz; yoksulluk saki daha istinaydı. Sokaklarda grafittiler vardı, metro duraklarında çekik gözlü punklar... Doğrudan Batı eliyle geldiğinden, daha kitabi bir kapitalizm Uzakdoğu fonuna oturmuştu. Şanghay'da ise aynı high-tech silüet, alışveriş merkezleri, marka bolluğu, kitabi olan her şey var, fakat insanlar başka türlü bakıyor. Mesai saatleriyle birden oynanması, gazetelerde birden bir kelimenin yasaklanması gibi, o cebri hali sokakta dolaşanların yüzünde çok çabuk okuyorsunuz. Bir şehri altı günde ne kadar tanırsınız da ukalalık edersiniz... Ama işte fay hatları gün gibi ben buradayım diyor.
Vitrin mankenlerinin hiçbiri Çinlilere benzemiyor. Televizyon ekranlarında prim yapan belli ki bir Çinli ile olmayanın mamulu genç kadınlar, erkekler... İlhan Mansız'ın oralardaki süksesini anlamak kolay. Çünkü bütün jönleri, çekik değil ama uzun bir uykudan yeni uyanmış gözlü erkekler. Denizden çıkan her şeyleri çok şahane. Kutusuna kanıp aldığım kurabiyeler et sulu çıktı, ama olsun. Bir binanın üçüncü katındaki, duvarları kadifelerle kaplı, kristal toplu, pavyon ışıklı arada duman üfletilen barda geleneksel ipek bir kıyafet içindeki dal gibi Çinli kızı Kylie Minogue'dan 'Can't Get You Out Of My Head'i söylerken bulmak daha şahane bir rastlaşma... Her saniyesinde Mao'nun halkı selamladığı bir saatim var, o yasemin çaylarını nasıl öyle düğümlüyorlar hâlâ anlamış değilim.
Şanghay'dayken hafakan'a erişilemiyordu. Hangi sakıncalı kelimeyi kullandığımı bilmiyorum. En son Çin'e gidiyorum, noolur uçakta topkek versinler demiştim, sakın ha!