Çarşamba, Nisan 21, 2010

Safi cereyan

'New post'u açmışım, saat 3 olmuş, kalmış. Havalanmış iyice sayfa, cereyan yapmış kapılar tülleri kabartarak çarpmış, camlar macunlarından oynamış. Bunu duyan birileri "İndi üst katın bir yerleri" demiş içinden. Sevinmişler.
Birkaç şeyden emin olsam daha rahatlayacağım. İnsanın sözlü yahut yazılı sarf edeceği kelime miktarı sınırlı mıdır bir ömürde? Bir çuval, ağzı bağlı durur da iç organların arasında bir yerde, avuç avuç kullanılır mı oradan? Bunu iyi idare etmesini bilmeyen, misal har vurup harman savuran başta, sonra bunun cezasını çeker mi? Hayatta hiçbir lüzumu bulunmayan şeyler yazmakla, lüzumsuz yere boşalır mı çuval?
Hiç hakketmeyen insanlarla mecburi münasabetler daha sonra bir sevdiğimize kuracağımız güzel cümlelerden mi yer?
İki kahramanın bir gün evvelini bilmekle, bir televizyon dizisine paçayı kaptırır kadar kolay... Bir gün kalır mıyız cümleten elimiz, ağzımız lafsız? Safi cereyan...
Aşağıda yazan yalan; saat 4'e 10 var.

Perşembe, Nisan 01, 2010

Hastanın öyküsü

Hayatından bezmiş, işi göz olduğundan derdinin durup dururken bir de ikiye katlandığı, en azından bu nemrutlukta konuşan, yürüyen ve duran doktorun elime tutuşturduğu kağıdı girişteki kıza vermem gerekiyordu. Yürürken hızla göz attım. İsim, yaş zart zurt dışında "Hastanın şikayeti/öyküsü" diye bir madde vardı. İçi kurumuş doktor ben hasta için "Uzağı iyi göremiyor" yazmış. İlkokul 4'ten beri, evet.

Daha bunu okumadan evvel, içerideki halinden, benim muhtemelen hava güzel diye ekleme lüzumsuzluğu gösterdiğim bir iki hafif lafa tersi bir mevsimden cevap verince, benim de içime bir bulut çökmüş, tam çıkarken "Çok mu mutsuzsunuz?" demek istemiştim adama. Çok Yavuz Özkan filmi olacaktı. Ayrıca bu adam "Hayır" der beyaz önlüğüyle florasan beyazında kendini karşımda yok edebilirdi. Zaten bana ne...
Fakat "Uzağı iyi göremiyor"... Sen yakını görüyor musun be adam?

Sonra Yedi Sekiz Hasan Paşa'dan ıspanaklı kurabiye alıp Kambur'un Bahçesine oturdum. Elimdeki kitaptan daha ilginç bir muhabbet geldi kulağıma. Yan masada önlerinde üniversite hazırlık kitapları açık üç kız Ermeni soykırımından konuşuyordu. Biri "Olayları kişisel almamak lazım. Benim de ailemde Ermenilerden kaçarken kendini yanan tandıra atan var" dedi. Laf dolandı, diğeri "Ben Zazaca biliyorum ama az" dedi, "Adın ne demeyi biliyorum. Bir de 'Yaşasın 1 Mayıs' demeyi"...

Bütün dinlediğim yan masalar, hakkında yazdığım bütün doktorlar bir gün beni bulup hesap soracak. Uzağı görüyorum.